Sinefiller için on iki ayın bir sultanı her sene Nisan ayında gelir. Birçok kişi gibi ben de festival süresi boyunca başka hiçbir randevu vermemeye ve ajandamı çırılçıplak bırakmaya çalışırım. Festivalin sonlarına doğru yorgunluk artar, üçüncü Cumartesi yani 15. gün "yarın bitiyor, mecalim de kalmamıştı, ne iyi" diye düşünürsünüz. Ama hele kazara son gün son saatte biletiniz varsa bir filme, çıktığınızda derin bir sızı duyarsınız ve bir sene nasıl bekleyeceğinizi kara kara düşünmeye başlarsınız.
30 senelik festivalin her senesini yasamış biri olarak ne çok, ne çok anım var. Bunlardan hangisini seçeyim, diye düşündüğümde Gus Van Sant'ı Saray Muhallebicisi'nde nasıl 20 dakika beklettiğim aklıma geldi! O sene benim çok önemsediğim iki yönetmeni birden davet etmişti İKSV: Gus Van Sant ve Tsai Ming Liang. Şanslıyım ki bu yönetmenlerin her ikisiyle faal olarak ilgilenme konumuna da getirilmiştim. İKSV Gus Van Sant'in söyleşisini Mithat Alam Film Merkezi işbirliği ile Boğaziçi Üniversitesinde yapmaya karar vermiş, ayrıca beni de Akbank Sanat'ta Tsai Ming Liang ve Reha Erdem'in yapacakları söyleşi/sohbete moderatör olarak davet etmişti. Reha Bey ile müşterek favori yönetmenlerimizden biri olan Ming Liang için beraberce hazırlanmıştık bir sure. İlk önce Gus Van Sant söyleşisi gerçekleşti. Ancak o gün Gus Van Sant Boğaziçi'nde uzun suren söyleşiden sonra Film Merkezi'nden ayrılmayıp saatlerce öğrencilerle sohbete devam etmesine hatta sonra birlikte kebapçıya gidilmesine karşın ben fırsatını bulup bu çok beğendiğim yönetmenle bir çift laf edememiştim. Ama sonunda Cumartesi gününe 45 dakikalık bir randevu koparmıştım kendisinden. Aksam eve döndüğümde birden fark ettim ki, aynı gün öğlen Tsai Ming Liang söyleşisi var ve ben moderatörüm. İki randevu uç uca, Ming Liang söyleşisi biraz uzarsa Gus'a yetişmem olanaksız. Ama bu hayatta bir kere olacak fırsatı tepecek de değilim. Nasılsa moderatörüm, saati ona göre ayarlarım artik, diye avunuyorum. Sen misin bunu diyen. Ming Liang hazırladığım ciddi sinefil sorularını bir yana atıyor ve sanki bütün öğleden sonra söyleşi sürecekmiş rahatlığında ağır mı ağır bir tempoda, tane tane, uzun uzun, detaylı detaylı cevaplar veriyor. Üstelik bir de tercüman var, o da çeviri yapınca yol alamıyoruz bir turlu. Saatime bakıyorum; Gus ile buluşmama 15 dakika kaldı, 10 dakika kaldı, 5 dakika var, buluşma saatim geldi... Ter içindeyim, bir 'es' kolluyorum ki bitireyim artik söyleşiyi... O bayıldığım, böyle bir zamanı ancak düşleyebileceğim yönetmenin boğazını sıkıp "yeter artık, sus, sus" diyecek noktadayım... En sonunda bitti veya bitirdim ve anında masadan kalkarak hatta söyleşiye katılanların fotoğrafını çekmek için gelmekte olan kişiyi de devirerek koşmaya basladım... Graduate'in son sahnesinde Dustin Hoffman'ı düşünün  Akbank Sanat'tan Saray Muhallebicisi'ne olan mesafeyi her türlü rekoru kırarak aşıp, dört katli ve sonuna kadar dolu muhallebicide bir de nerde olduğunu arayıp ( ve randevumuza tam 20 dakika gecikmiş olarak ) ona kavuştum. "Kusura bakma Gus, biraz geciktim" dedim! Bu doğru değil tabi, utançtan kıpkırmızı özür üstüne özür dilemeye devam ettiğimin üçüncü dakikasında Gus Van Sant bana çok nazik bir şekilde zaten azalan zamanımızın geri kalan kısmını özürle harcamamamız gerektiğini hissettirdi.
Günler, aylar, seneler torbaya girmiş ve kader bana bu çok sevdiğim iki yönetmenle koşuşturma içinde bir zaman ayırmıştı. Ama IKSV olmasaydı ben nasıl yaşardım böyle hoş bir anıyı...
Not: Saray Muhallebicisi'ne koşarken kaybettiğim henüz Londra'dan yeni almış olduğum kırmızı kaşmir atkımın bir benzerini 50. yıldönümünde İKSV'nin bana hediye etmesini de bekliyorum :)
Paylaşın:
facebook friendfeed google_buzz twitter

YAZAR
Mithat Alam
Sinema bir şenliktir!

İstanbul Film Festivali 1982'de kurulduğunda başka bir festivalde, İKSV'nin düzenlediği İstanbul Festivali'nde küçük bir bölümden ibaretmiş. Altı filmlik bu "Sanat Filmleri Haftası", şimdi yerinde yeller esen Harbiye Konak Sineması'nda yapılmış. Kaç kişi izlemiş bu filmleri, elimizde kesin bir bilgi yok, ama gördüğü ilgiyle sonraki yıl "Sinema Günleri" adını alıp bir aya yayılmış.

Dile kolay, otuzuncu kez yapılacak festival bu yıl: 30. İstanbul Film Festivali. Bir nesli büyüten, sinemateksiz bir kentin pelikül damarını besleyen, gösterdiği 3997 filmle kanımıza giren film gibi otuz yıl...

Festivalleri bizden yapan yalnızca gösterdiği filmler değil elbette. Heyecanını bugüne kadar toplam yaklaşık üç milyon izleyicisiyle paylaştı festival. Otuzuncu yılını da yine izleyicisiyle birlikte kutluyor. Bilet kuyruğundaki, film çıkışındaki, İstiklal Caddesi'nde koşan, yönetmenden imza alan izleyicisinin anılarını bilmek, görmek istiyor... Yıllar öncesinden bir bilet koçanıyla, üzeri işaretlenmiş çizelgesiyle, arkadaşına anlattığı anısıyla, bu film gibi otuz yılı sizden duymak istiyor...

Onat Kutlar'ın sözleriyle, "Sinema bir şenliktir!"