1982'de başladı serüven ve 2011'e kadar 30 sene geçmiş, dile kolay... Gerçek sinemayı da bu zaman zarfında tanıdık ve sevdik. İlk önce "Sinema Günleri" olarak başlayan festival, "Uluslararası İstanbul Film Festivali"ne devrederken ismini, Nisan ayları, sinemaseverler için bahar havası şeklinde kutlanan bir şenliğe dönüştü yıllar içinde.
Yıllardır, isimlerini tanıdığımız yönetmenleri "Theo Angelopoulos, Tsai Ming-liang, Emir Kusturica, Gus van Sant, Peter Greenaway, Park Chan Wook"u kanlı canlı karşımızda görmek ise paha biçilemez bir şans oldu hep bizim için. Ya o, sadece beyaz perdede gördüğümüz ama ulaşılması imkansız gibi gelen oyuncularla aynı sinema salonunda soluduğunu bilmesi bir insanın... Film bitişinde, flaşların arasında onlarla aynı karede olmak... Tam 18 senedir, bir çocuğun oyuncağına ilk kavuşma anındaki mutluluğuyla dolduruyorum sinema salonundaki yerimi... Profesyonel bir ekip tarafından hazırlanılan bu festivalde yüzlerce anım birikti o loş salonlarda...
Film aralarında, nisan yağmurlarından kaçıp sığındığımız bir cafede kahve molası verirken izlediğimiz filmleri, artık aşina olduğumuz yüzlerle paylaşmak ise mutluluğun zirve yaptığı an işte. Günde 4-5 film izlemek, yorgunluktan bitap düşerken sanki bir savaş kazanmışlığın gururunu hissettirir size ve gözünüzü ve ruhunuzu filmlerle doldurursunuz bu arada. 15 gün boyunca, sadece filmlerin sunduğu hayatları seyrederken aslında, ülkeden ülkeye yolculuk yaparsınız ve hatta bazen okyanusları aştırır o filmler size ki ayak basmadık ülke kalmaz sanki 15 günde...
Ben de 18 yıl boyunca bir çok sanatsever gibi bu festivalde var olmaya çalıştım. Zannetmeyin ki elimi kolumu sallaya sallaya geldim ve filmlerimi seyredip çekip gittim. Bin bir zorluk ve emekle geldiğim film festivallerinden ruhum dolu ayrılırken o güzel günlere ancak, belki, bir sene sonra kavuşabileceğimin burukluğunu da alıp İstanbul'a veda ettim her seferinde. İşte bu 18 sene boyunca, daha önce de söylediğim gibi, yüzlerce anı biriktirdim ama benim için en önemli olanını takvim 2007'yi gösterirken yaşadım. Tekrar tekrar söylerken bile gururlandığım bir ödül: "Yaşam Boyu Bilet Ödülü." Değerli büyüğüm, rahmetli Şakir Eczacıbaşı'nın elinden bu ödülü almış olmamsa, ölümsüzleştirdiğim bu anımın değerini katladı. Bir anda 18 yıl boyunca zorlukları atlatarak geldiğim o yollarda bıraktığım acılar, yerini yeni doğum yapan bir annenin gururlu sevincine bıraktı... Tam 2000 kişinin karşısında ödülümü alırken duyduğum heyecan, bir an nutkumu kilitleyecek ve konuşamayacağım zannettirdi bana ancak sonu güzel biten bir rüyaydı o an ve an bitti, anısı bende kaldı...
Hayatını sinema üzerine kurmuş, sinemaya "aşk" anlamını yüklemiş biri olan benim için, ömrümde bana verilebilecek en büyük ödüldü... "Yaşasın Sanat, Yaşasın Sinema" diye bitirdiğim ödül konuşmamın ardından kopan alkışlar ise şimdiye kadar dinlediğim en güzel melodi oldu...
Teşekkürler İKSV
Nice uzun senelere İKSV...